-
1 доставлять удовольствие
zevk vermek -
2 удовольствие
zevk* * *сиспы́тывать удово́льствие от чего-л. — bir şeyden / bir şey yapmaktan zevk / haz duymak
получа́ть удово́льствие от чего-л. — bir şeyden / bir şey yapmaktan zevk almak
доставля́ть удово́льствие кому-л. — zevk vermek
мы не наме́рены доставля́ть ему́ тако́е удово́льствие — ирон. ona bu keyfi vermek niyetinde değiliz
э́то не даёт никако́го удово́льствия — bunun hiç tadı / zevki olmuyor
он ло́вит ры́бу ра́ди удово́льствия — zevk için balık tutar
с удово́льствием — memnuniyetle, zevkle, seve seve, başımla beraber
он рабо́тал с удово́льствием — (işinden) zevk alarak çalışıyordu
он рабо́тал без (вся́кого) удово́льствия — zevk alarak çalışmıyordu
2) ( развлечение) eğlence -
3 delight
zevk, haz; sevinç,zevk vermek, memnun etmek, sevindirmek; (in ile) zevk almak -
4 хĕпĕрте
zevk vermek, yüreklendirmek, cesaret vermek -
5 Freude
Freude ['frɔıdə] f\Freude an etw haben bir şeyin keyfini çıkarmak, bir şeyden haz almak;jdm eine \Freude bereiten/machen birini sevindirmek [o zevk vermek];vor \Freude an die Decke springen ( fam) sevinçten uçmak;jdm die \Freude verderben birinin keyfini bozmak [o kaçırmak];aus Spaß an der \Freude ( fam) sırf sevinçten, sırf zevk için;es wird mir eine \Freude sein, Sie zu begleiten size memnuniyetle eşlik ederim -
6 bereiten
bereiten*vt1) ( zubereiten) hazırlamakjdm Kummer \bereiten birine dert olmak, birine sıkıntı vermek;Vergnügen \bereiten zevk vermek; -
7 zest
n. çeşni, lezzet, tat————————v. lezzet katmak, tat vermek, zevk vermek* * *lezzet* * *[zest](keen enjoyment: She joined in the games with zest.) coşku, heves -
8 procurer
-
9 give smb. pleasure
v. zevk vermek -
10 give smb. pleasure
v. zevk vermek -
11 ტკბობა
f.sevin(dir)mek, zevk vermek/almak, hoşnut etmek/olmak -
12 enchant
büyülemek, büyü yapmak; zevk vermek -
13 ravish
irzina geçmek; zevk vermek, esritmek -
14 relish
n. lezzet, çeşni, tat, ağız tadı, iştah, istek, eğilim, heves, zevk, haz————————v. tadına varmak, zevkle yemek, tadını çıkarmak, beğenmek, hoşlanmak, hoş tat vermek, hoş kokmak, mis gibi kokmak* * *1. zevk al (v.) 2. zevk (n.)* * *['reliʃ] 1. verb(to enjoy greatly: He relishes his food; I relished the thought of telling my husband about my promotion.) çok hoşlanmak, büyük zevk almak2. noun1) (pleasure; enjoyment: He ate the food with great relish; I have no relish for such a boring task.) zevk, hoşlanma2) (a strong flavour, or a sauce etc for adding flavour.) yemeğe tat katan şey -
15 доставлять
ulaştırmak,teslim etmek,dağıtmak* * *несов.; сов. - доста́вить1) ulaştırmak; teslim etmek; dağıtmakдоставля́ть пи́сьма и газе́ты — mektup ve gazete dağıtmak
он доста́вил вам письмо́? — mektubu size teslim etti mi?
доставля́ть гру́зы морски́м путём — yükleri deniz yoluyla ulaştırmak
тебя́ доста́вят туда́ на маши́не — seni oraya arabayla götürecekler
2) vermekдоставля́ть ра́дость и весе́лье — sevinç ve neşe vermek
доставля́ть огорче́ние — üzüntü vermek
доставля́ть беспоко́йство кому-л. — birini tedirgin etmek
фильм доста́вил нам большо́е удово́льствие — film bize büyük bir zevk verdi
-
16 indulge
v. memnun etmek, boyun eğmek, hoşgörmek, şımartmak, yüz vermek, izin vermek, haz almak, zevk almak, tutulmak, içmek, sigara içmek* * *1. düşkünlük göster 2. isteklerini yerine getir* * *1) (to allow (a person) to do or have what he wishes: You shouldn't indulge that child.) şımartmak, müsamaha etmek2) (to follow (a wish, interest etc): He indulges his love of food by dining at expensive restaurants.) kendini vermek, canının istediğini yapmak3) (to allow (oneself) a luxury etc: Life would be very dull if we never indulged (ourselves).) kendini bir şeyin keyfinden mahrum bırakmamak•- indulgent
- indulge in -
17 حزن
Iحَزَّنَ1. kahretmekAnlamı: çok üzmek2. incitmekAnlamı: kırmak, üzmek3. zehretmek4. üzmekAnlamı: üzüntü vermekIIحَزَن1. üzgünlükAnlamı: neşesizlik, üzgün olma durumu2. mutsuzlukAnlamı: mutsuz olma durumu3. üzgüAnlamı: cefa, eza, eziyet, yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı4. korkuAnlamı: kaygı, üzüntü5. merakAnlamı: kaygı, tasa6. ezgiAnlamı: üzüntü, sıkıntı7. azapAnlamı: dünyada günah ışlemiş olanlara ahirette verilecek ceza, çok büyük sıkıntı8. kasvetAnlamı: sıkıntı, iç sıkıntısı9. depresyonAnlamı: ruhî çöküntü10. mahzunlukAnlamı: mahzun olma durumu11. gaileAnlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü12. endişeAnlamı: tasa, kaygı, kuşku, korku13. hüzünAnlamı: gönül üzgünlüğü, keder, gam14. gamAnlamı: tasa, kaygı, üzüntü15. kahırAnlamı: derin üzüntü ve acı16. kaygıAnlamı: üzüntü, tasa17. kasavetAnlamı: üzüntü, tasa18. teessürAnlamı: üzülmeحَزَنَ1. kahretmekAnlamı: çok üzülmek2. efkârlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek3. gamlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak4. kahırlanmakAnlamı: çok ve için için üzülmek5. kaygılanmakAnlamı: kaygı duymak6. kederlenmekAnlamı: kederli olmak, üzülmek7. mahzunlaşmakAnlamı: üzülmek8. hüzünlenmekAnlamı: hüzün duymak, hüzünlü duruma gelmek9. çırpınmakAnlamı: acı ile kıvranmak10. kahrolmakAnlamı: çok üzülmek11. tasalanmakAnlamı: üzülmek, kaygılanmak12. zehrolmak13. kıvranmakAnlamı: acı çekmekIVحَزِن1. mutsuzAnlamı: mutlu olmayan, bedbaht2. neşesizAnlamı: üzgün, düşünceli3. mahzunAnlamı: üzgün, üzüntülü4. efkârlıAnlamı: tasalanmış, tasalı, kaygılı5. melülAnlamı: üzgün6. gamlıAnlamı: kaygılı, tasalı7. zavallıAnlamı: acınacak kadar kötü durumda bulunan, mutsuz8. üzüntülüAnlamı: acılı, üzüntüsü olan, müteessir9. bedbahtAnlamı: mutsuz, bahtsız, talihsiz10. dertliAnlamı: derdi olan kimseVحَزِنَ1. kahretmekAnlamı: çok üzülmek2. efkârlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek3. gamlanmakAnlamı: tasalanmak, kaygılanmak4. kahırlanmakAnlamı: çok ve için için üzülmek5. kederlenmekAnlamı: kederli olmak, üzülmek6. kaygılanmakAnlamı: kaygı duymak7. mahzunlaşmakAnlamı: üzülmek8. çırpınmakAnlamı: acı ile kıvranmak9. bunalmakAnlamı: çok sıkılmak10. hüzünlenmekAnlamı: hüzün duymak, hüzünlü duruma gelmek11. kahrolmakAnlamı: çok üzülmek12. tasalanmakAnlamı: üzülmek, kaygılanmak13. zehrolmak14. üzülmekAnlamı: üzüntü duymak, kaygılanmak15. korkmakAnlamı: kaygı duymak, endişe etmek16. kıvranmakAnlamı: acı çekmekVIحُزْن1. mutsuzlukAnlamı: mutsuz olma durumu2. üzgüAnlamı: cefa, eza, eziyet, yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı3. ezgiAnlamı: üzüntü, sıkıntı4. azapAnlamı: dünyada günah ışlemiş olanlara ahirette verilecek ceza, çok büyük sıkıntı5. depresyonAnlamı: ruhî çöküntü6. mahzunlukAnlamı: mahzun olma durumu7. kasvetAnlamı: sıkıntı, iç sıkıntısı8. gaileAnlamı: sıkıntı, dert, keder, üzüntü9. hüzünAnlamı: gönül üzgünlüğü, keder, gam10. endişeAnlamı: tasa, kaygı, kuşku, korku11. kahırAnlamı: derin üzüntü ve acı12. gamAnlamı: tasa, kaygı, üzüntü13. kaygıAnlamı: üzüntü, tasa14. kederAnlamı: acı15. kasavetAnlamı: üzüntü, tasa16. teessürAnlamı: üzülme -
18 без
-siz,-sız; -madan,-meden; - meksizin; yokken; kala (saat için)* * *1) ...siz;...madan,...maksızınбез де́нег — parasız
без спе́шки — acele etmeden / edilmeksizin
без тебя́ (в твое отсутствие) — sen yokken
без тебя́ он ничто́! — sensiz bir hiçtir o!
без поте́ри в зарпла́те — ücret kaybı olmaksızın
то́лько без обма́на! — aldatmaca yok ama!
без вмеша́тельства извне́ — dışarıdan bir müdahale olmaksızın
он был без пиджака́ — üstünde ceket yoktu
она́ была́ без созна́ния — kadın baygındı / bayılmıştı
они́ без труда́ пойму́т э́то — bunu anlamakta güçlük çekmeyecekler
об э́том нельзя́ говори́ть без гне́ва — insan öfke duymadan bundan söz edemez
статья́ без по́дписи — imzasız yazı
о́бщество без бу́дущего — geleceği olmayan bir toplum
оста́вить что-л. без отве́та — cevapsız bırakmak
оста́ться без рабо́ты — işsiz kalmak
встре́тить что-л. без восто́рга — coşku ile karşılamamak
рабо́тать без удово́льствия — zevk alarak çalışmamak
переводи́ть без словаря́ — elinde sözlük olmadan çevirmek
провести́ ночь без сна — geceyi uykusuz geçirmek
боро́ться за жизнь без эксплуата́ции и угнете́ния — baskı ve sömürüden arınmış bir yaşam için savaşım vermek
2) ( при обозначении часа) var; kala(сейча́с) без пяти́ три — üçe beş var
приходи́ без че́тверти пять — beşe çeyrek kala gel
••без сомне́ния — kuşkusuz
(хотя́ и) не без труда́ — zahmetle de olsa
я возража́л не без причи́ны — itiraz etmem sebepsiz değildi
-
19 appreciate
v. değer vermek, değerini bilmek, minnettar olmak, teşekkür borçlu olmak, değerlendirmek, takdir etmek, değer biçmek, değerlendirmek; değerini artırmak, fiyatını yükseltmek; beğenmek, zevk almak; anlamak, kavramak, değer kazanmak, değerlenmek* * *1. değerlendir 2. takdir et* * *[ə'pri:ʃieit]1) (to be grateful for (something): I appreciate all your hard work.) müteşekkir olmak, teşekkür borçlu olmak2) (to value (someone or something) highly: Mothers are very often not appreciated.) değerini bilmek, takdir etmek3) (understand; to be aware of: I appreciate your difficulties but I cannot help.) anlamak4) (to increase in value: My house has appreciated (in value) considerably over the last ten years.) değeri artmak•- appreciably
- appreciation
- appreciative
- appreciatively -
20 feast
n. bayram, yortu, festival, şölen, ziyafet————————v. ziyafet vermek, ağırlamak, eğlendirmek, ziyafet çekmek, doya doya yapmak, tadını çıkarmak, zevk almak, haz almak* * *1. ziyafet ver (v.) 2. şölen (n.)* * *[fi:st] 1. noun1) (a large and rich meal, usually eaten to celebrate some occasion: The king invited them to a feast in the palace.) ziyafet2) ((sometimes with capital) a particular day on which some (especially religious) person or event is remembered and celebrated: Today is the feast of St Stephen.) yortu, bayram2. verb(to eat (as if) at a feast: We feasted all day.) yiyip içmek
- 1
- 2
См. также в других словарях:
vadetmek — e, der, Ar. vaˁd + T. etmek 1) Bir işi yerine getireceğine söz vermek Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk ın, / Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın. M. A. Ersoy 2) nsz Davranışıyla, tutumuyla bir işi yapacağı duygusunu uyandırmak,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ders — is., Ar. ders 1) Öğretmenin öğrenciye belirli bir sürede verdiği bilgi Mektepten kaçmıyor, bazı derslerden zevk alıp saatlerce çalıştığım oluyordu. S. F. Abasıyanık 2) Bu bilgi aktarımı için ayrılan süre Dersin bitmesine beş dakika var. 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
haz — is., zzı, Ar. ḥaẓẓ 1) Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk 2) fel. Bir şeyden duyusal veya manevi sevinç duyma 3) müz. Ezgi 4) ruh b. Sürdürülmesi istenen ılımlı ve doygunluk veren coşku Ömrünün en öfkeli veya buhranlı anlarında bile yaşamak… … Çağatay Osmanlı Sözlük
iş — is. 1) Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir. S. F. Abasıyanık 2) Bir değer yaratan emek 3) Birinden istenen hizmet veya birine verilen… … Çağatay Osmanlı Sözlük
keyif — is., yfi, Ar. keyf 1) Vücut esenliği, sağlık Keyfiniz nasıl? 2) Canlılık, tasasızlık, iç rahatlığı Bu keyif ne kadar sürerdi? Tahminime göre beş on dakikadan fazla sürmezdi. Y. K. Karaosmanoğlu 3) Rahat, huzur, afiyet 4) İstek, heves, zevk Ağır… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tat — 1. is., hlk. Dilsiz 2. is., dı 1) Bazı cisimlerin tat alma organı üstünde bıraktığı duyum Nem elbisenize işlemiştir, yaşlığında deniz suyunun tuzlu tadı ve yapışkanlığı duyuluyor. R. H. Karay 2) Tatlılık 3) mec. Hoşa giden durum, lezzet, zevk… … Çağatay Osmanlı Sözlük
zevkiselim — is., esk., Ar. ẕevḳ + selīm En yüksek zevk Şehrin zevkiselimi mevzubahis olunca bu hususta bir karar vermek hakkı belediye meclisine aittir. H. Taner Birleşik Sözler zevkiselim sahibi … Çağatay Osmanlı Sözlük
ZÜHD — Dünyaya rağbet etmemek. Nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete vermek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük